Hukuk devleti ilkesi uyarınca, faaliyetlerini hukuka uygun biçimde yürütmek zorunda olan idarenin hukuka aykırı eylem yapması veya işlem tesis etmesi, kural olarak hizmet kusurunu oluşturur. Buna göre, idarenin, anayasal bir zorunluluk olan yargı kararını uygulamaktan kaçınması da idarenin hizmet kusuru mahiyetinde olup, Anayasanın 125, maddesinde idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zarar ödemekle yükümlü olduğu hükmü ile 2577 sayılı Kanun’un 28. maddesi uyarınca yargı kararının yerine getirilmemesi nedeniyle davacının uğradığı zararların idarece tazmını gerektigi açıktır.
Hizmet kusuru, idarenin yürütmekle görevli olduğu hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişinde aksaklık, bozukluk, hukuka aykırılık veya ihmal bulunması şeklinde tanımlanmakta olup, hizmetin köti işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde ortaya çıkmaktadır.
İdare Hukukunun genel kabul gören temel ilkeleri uyarınca idarenin hizmet kusuuna dayalı mali sorumluluğundan söz edilebilmesi için;öncelikle bir zararın varlığı, bu zararın idarenin hizmet kusurundan kaynaklanması, ayrıca idarenin kusurlu eylem ve/veya işlemi ile ortaya çıkan zarar arasında uygun illiyet bağı bulunması koşullarının bir arada gerçekleşmesi gerekmektedir. Sayılan bu üç koşuldan birinin dahi eksik olmasi halinde idarenin mali sorumluluğundan söz edilmesi mümkün olmayacaktır.
Bununla birlikte, hizmet kusuruna dayalı maddi tazminat istemlerinde, tazmin edilecek zararın, mal varlığında gerçek, kanıtlanabilir bir azalma veya artma olanağından yoksun kalma niteliğinde somut olarak ortaya konulabilmesi gerekmektedir. İdare yönünden tazmin borcunun doğabilmesi için, sadece zararın varlığı yeterli olmayıp, bu zararın kesin olarak ortaya çıkmış, kesin ve belirlenebilir nitelikte, yani gerçek zarar olması gerekir. Tazminat davaları ile uğranılan gerçek zararın giderilmesi amaçlanmaktadır. Belli şartların gerçeklesmesi durumunda ileride elde edilmesi muhtemel gelirlerin gerçek ve kesinleşmiş olarak ortaya çıkan zarar olarak kabulü mümkün değildir.
Yargı mercilerince, maddi tazminat talebine ilişkin iddiaların kalem kalem incelenerek bu taleplerin dayanakları ile şartlarının oluşup oluşmadığı yönünden inceleme yapılarak işin esası hakkında karar verilmesi gerekmektedir.
Tazmin sorumluluğu gereğince ödenecek tazminat, idarenin belli bir eylem veya işleminden dolayı kişilerin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi önlemeye yöneliktir. Ídare ancak kendi işlem ve eylemlerinden doğan gercek zararı tazmin etmekle yükümlü tutulabileceğinden, maddi zararın hangi sebepten kaynaklandığının ve hangi kalemlerden oluştuğunun belirtilmesi gerekmektedir. Baska bir ifadeyle kişilerin gerçek zararlarının hangi kalemlerden oluştuğu dikkate alınmak suretiyle tazminat miktarı belirlenmelidir.
Anayasa’nin 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve islemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir (AYM,E:2017/16, K:2019/64, 24/7/2019,S43).
Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır. Hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek sekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucuönlemiçermesiniifadeetmektedir(AYM,E:2013/39,K:2013/65,22/5/2013;AYM,E:2020/80K:2021/34,29/4/2021,$25).
Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için ise devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir.Nitekim Anayasa’nin 125. maddesinin birinci fikrasının ilk cümlesinde “Idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktr.” denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir.Yapılan yargısal denetim neticesinde bir işlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırııkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuclarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir.(AYM,E:2012/73,K:2013/107,3/10/2013).
Manevi tazminat, kişinin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadir.
Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlamaktadır. Tam yargı davalarının ve manevi tazminatın belirtilen niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlayan manevi tazminatın,zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi, olayın, zararın ve varsa idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri hak ihlallerinin bir daha yasanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı olacak sekilde belirlenmesi, bununla birlikte olayın meydana geliş şekli, idari faaliyetin niteliği ve idarenin sorumluluk sebebi gözetilerek hakkaniyetli ve makul bir tutari asmaması gerekmektedir.
Buna göre manevi tazminat takdir edilirken, davacı yönünden, manevi tatmin duygusunu sağlamaya yetecek, zarara yol açan idari faaliyet sonucu duyulan elem ve ızdırabın kişi üzerindeki etki ve ağırlığın karşılayacak düzeyde olmasına; davalı yönünden ise hakkaniyet sınırların aşmayan, ölçülü, adil dengeyi sağlayacak ve aşırı mali külfet oluşturmayacak makul bir seviyede olmasına dikkat edilmesi gerektiği acıktır.